Uğur-SuzGİRİŞ
Kahramanımız Uğur’un hikayesi doğumundan itibaren başladı. Zira “İnsanı annesi kucağına almadan önce kader kucağına alır” diye bir söz vardır. 1980 yılının bir kış günü, ismi çok önemli olmayan bir hastahanenin doğumhanesinde zorlu bir doğum gerçekleşmişti. Doğumu yaptıran doktor yeni doğmuş bebeği ayaklarından baş aşağı tutuyordu. Bebek avazı çıktığı kadar ağlıyordu. Doktor bebeğin poposuna şaplak atarak bebeğin annesine:
‘Maşallah nur topu gibi bir oğlunuz oldu!’
Doktor bebeği aynı şekilde tutarak hemşireye uzatırken:
‘Hemşire hanım tutun lütfen.’
Hemşire:
‘Tamam efendim.’
Hemşire bebeği tutarken bebek elinden kayıp baş aşağı yere düştü.
Doktor bağırdı:
‘Salak karı! İki elinle bir şeyi tutamadın!’
Hemşire bebeğin kanayan başına sargı bezi bastırdı. Doktor bağırarak:
‘Acili hazırlayın çabuk!’
Bebeğin annesi doğrulup ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hemşire bebekle aceleyle odadan çıkarken peşlerinden bağırdı:
‘Oğluum!’
*****
Dokuz yaşına gelen Uğur teneffüste sınıfta ders çalışıyordu. Bu sırada içeri aynı sınıfta okuyan Aylin isimli bir kız öğrenci girdi ve Uğur’a doğru yürüyerek:
‘Uğur,aşkım! Yinemi ders çalışıyorsun sen?’
Uğur Aylin’e bakarak:
‘Aylin git başımdan lütfen!’
Aylin Uğur’un yanına oturdu.
‘Aşkım bak hayat çok kısa. Bu kadar çalışma. Hadi gel dışarıda oynayalım.’
Uğur cevap vermedi. Ders çalışmaya devam etti. Aylin Uğur’un yanına oturarak birkaç saniye ona baktı.
‘Ne kadar gizemlisin aşkım.’
Sonra Uğur’u yanağından öptü. Uğur ona sert bir şekilde baktı.Tam bu anda kapı açıldı. İçeri Uğur’un öğretmeni girdi. Öğretmen onlara çok kızgın bir şekilde bakarak:
‘Şerefsiz!Sana kaç defa söyledim kızımı rahat bırak diye! Sınıfınızı ayırdım yine fayda etmedi!
Çabuk gel buraya!’
Uğur çok korkmuştu. Ayağa kalkıp öğretmene doğru yürüyerek:
‘Ama öğretmenim, ben bir şey yapmadım. Kızınız beni öptü.’
‘Sus! Kızıma çamur atma bir de!’
Aylin babasının önüne geçti. İki kolunu yana açarak:
‘Baba dur, yapma!’
Öğretmen:
‘Sen çekil kenara!’
Öğretmen Aylin’i kenara itti. Uğur’a şiddetli bir tokat attı. Tokadın şiddetinden Uğur yere düştü.
*****
Uğur lisede okuyordu. Nadiren dışarıya çıktığı öğle aralarından birinde arkadaşları ile okulun önündeki boş arsada taşlardan kaleler kurmuşlar, futbol maçı yapıyorlardı. Uğur kendisine gelen topa vurdu. Top sahadan dışarı çıktı. Topu yanlarına gelen 20-25 kişilik aynı yaşlardaki çocuktan oluşan gruptan bir çocuk ayağıyla durdurdu. Aynı çocuk topu eline aldı ve Uğur’un karşısına dikildi. Çocuğun arkasında ve yanlarında arkadaşları vardı. Sol gözü mosmordu. Uğurun karşısına geçerek:
‘Sen beni aşağıdaki parkta arkadaşlarınla kıstırıp dövdün. Şimdi sıra bende.’
Uğur:
‘Hayır arkadaşım ben yapmadım. Ben sınıftan dışarı bile pek çıkmam. Bu gün değişiklik olsun diye çıkmıştım biraz. Sizde bir şey söyleseniz ya arkadaşlar.’
Uğur’un arkasına baktığında hiç bir arkadaşını göremedi. Çocuk Uğur’un gözüne bir yumruk atar atmaz Uğur aniden okulun dış kapısına doğru koştu. Bütün çocuklar peşindeydi. Okulun kapısından içeri girdi ve aceleyle kapıyı sürgüleyerek koşmaya devam etti. Okul bahçesinde üç öğretmen ayakta birbirleriyle konuşuyorlardı. Çevrelerinde de öğrenciler vardı.
‘Hocaam! Kurtarın beniii!’
Öğretmenler sesin geldiği yöne baktılar. Uğur kollarını açmış halde onlara doğru koşuyordu. Peşinde de 20-25 kişilik çocuk grubu vardı. Uğur’un sol gözü morarmıştı.
*****
Yıl 2001. Uğur yaşadığı tüm şanssızlık ve olumsuzluklara rağmen Boğaziçi Üniversitesinden hem de iki bölümden birden (Ekonomi ve İşletme) mezun olmuştu. Ancak yine şanssızlık ki mezuniyeti 2001 ekonomik krizine denk gelmişti. Özellikle finans sektörü çok kötü durumdaydı. Uğur’un şansı ise tam bu sırada yüksek lisans için Harward Üniversitesinden burs teklifi gelmesi olmuştu. Amerika’ya gitmeye ve bu teklifi değerlendirmeye karar vermişti. Annesi Nermin Hanım, babası Hasan Bey ve çocukluk arkadaşı Rıfat Uğur’u Atatürk havaalanından Amerika’ya uğurluyorlardı. Zaten başına gelen şanssızlık ve uğursuzluklardan dolayı Uğur’un bu dört kişiden başka pek fazla seveni de yoktu.
Hasan Bey:
‘Bak oğlum her şeye rağmen başardın. Şanssızlığında zamanla geçecek. Hem göreceksin Amerika sana uğurlu gelecek.’
Uğur:
‘İnşallah baba, inşallah.’
Rıfat:
‘Ya oğlum ne vardı Amerika’ya gidecek. Burada bir üniversite okuduğun yetmedi mi? Hem bak bu defa babamdan iyi para koparmıştım. Ortak iş yapardık seninle.’
Hasan Bey:
‘Rıfaat! Bırak oğlum şu deliyi! Harward’da okumak herkese nasip olmaz. Hem şimdi kriz zamanı. Üniversite mezunları bile iş bulamıyor. Şu krizde tam mezun olduğun zaman denk geldi. Bu işte de bir hayır vardır elbet.’
Uğur:
‘Neyse baba. Sizi çok özleyeceğim.
Uğur Nermin Hanım’a döner ve onunla kucaklaşır. Bu kucaklaşma 6-7 saniye sürer. Annesini gözleri dolu doludur.
Nermin Hanım:
‘Oğluum’
Uğur ve Nermin Hanım ayrılırlar.Nermin Hanım:
‘Uçaktan iner inmez bizi ara oğlum.’
Uğur daha sonra sırasıyla Hasan Bey ve Rıfat’la kucaklaşır.
Uğur son derece üzgün bir ifadeyle:
‘Hepiniz Allah’a emanet olun.’
Uğur arkasını dönüp yürürken diğerleri endişe ve üzüntüyle ona bakarlar. Nermin Hanım ona seslenir:
‘Oğlum, muskanı taktın değil mi?’
Uğur annesine dönüp duygusal bir şekilde gülümseyerek:
‘Taktım anne, taktım. Merak etme.
*****
Ertesi gün gece yarısı Hasan Bey ve Nermin Hanım evlerinin salonunda çok üzgün ve endişeli bir şekilde oturuyorlardı. Uğur hala onlara telefon etmemişti. Televizyon açıktı. Nermin Hanım:
‘Bu kadar zaman geçti niye aramadı bu çocuk? Yoksa uçak kaza mı yaptı?’
Hasan Bey:
‘Dur hanım bekle hele. Belki işlerini hallediyordur. Unutmuştur bizi aramayı. Hem Allah korusun, öyle bir şey olsa haberlerde duyulurdu. Az sonra haberler başlayacak. İnşallah kötü bir şey olmamıştır.’
Böyle konuşmasına rağmen Hasan Bey de Nermin Hanım kadar endişeliydi. Tam bu anda telefon çaldı. Nermin Hanım hemen telefona koştu. Hemen peşinden Hasan Bey’de Nermin Hanım’ın yanına geldi ve eşinin arkasına geçti. Ellerini eşinin omuzlarına koydu. Nermin Hanım:
‘Alo!Uğur, sen misin oğlum?’
Uğur:
‘Evet anne benim.’
Uğur telefon kulübesinden arıyordu. Amerikaya yaklaştıklarında uçağı denize düşmüştü. Üstünde denizden çıktığı sıradaki elbiseleri vardı ve sırılsıklamdılar. Alnındaki suları elinin tersiyle sildi. Nermin Hanım:
‘Oğlum neredesin sen? Niye aramadın bizi? Öldük meraktan.’
Uğur:
‘Şeyy…Yolculuk yorucu geçti anne. Yeni toparlayabildim kendimi.’
Nermin Hanım:
‘Oğlum iner inmez ara demedim mi ben sana?!’
Uğur:
‘Tamam anne. Uzatma lütfen.’
Nermin Hanım:
‘Neyse sağ salim oraya vardın ya oğlum. Baban yine para gönderecek sana. Dur ona veriyorum. Kendine iyi bak oralarda, sakın üşütme. Soğuk olursa yünlü kazaklarını giy.’
Tam bu sırada televizyonda Dünya’dan haberler başladı:
‘Sayın seyirciler Amerikalılar çok zor durumda! Dün aniden başlayan Armagedon kasırgası Amerika kıyılarını vurmaya başladı. Uzmanlar bu kasırganın şimdiye kadar görülenlerden çok daha şiddetli olacağını söylüyorlar. Kasırganın Amerika’nın içlerine kadar ilerlemesi bekleniyor. Amerikalılar nereye kaçacaklarını şaşırmış durumda.
Şimdiye kadar hep Meksikalılar Amerika’ya kaçardı, tarihte ilk defa Amerikalılar Meksika’ya kaçmaya başladı.Kasırga hakkındaki en ilginç yorumsa İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’dan geldi. Ahmedinejad bu kasırganın Amerika’nın Dünyada yaptıklarına karşılık ilahi bir yumruk olduğunu söyledi. Ekranda Ahmedinejad Farsça konuşuyordu. Bu sırada ekranda şu altyazı görünüyordu: ‘’Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.’’
I.BÖLÜM
2008 yazının güzel bir İstanbul sabahıydı. Güneş yeni yeni kendini hissettirmeye başlamıştı. Reno Megan marka bir otomobil kırmızı ışık yandığı için ana caddenin kenarında sağda durdu. Aracın direksiyonunda hikayemizin ilerleyen bölümlerinde de karşımıza çıkacak olan 25 yaşlarında Sibel isimli çok güzel bir kadın vardı. Çok geçmeden bu otomobilin yanına başka bir otomobil geldi ve durdu. Volswagen kaplumbağa model bu otomobilin direksiyonundaki kişi Uğur’un sadık çocukluk arkadaşı Rıfat’tan başkası değildi. Rıfat 28 yaşında , orta boylu , tipsiz de yakışıklı da sayılamayacak bir adamdı. Güneş gözlüğünü hafifçe gözünden indirdi ve Sibel’e hafifçe gülümsedi. Sibel Rıfat’a çok sert bakarak:
‘Bıraksana peşimi gerizekalı! Kimsin sen? Polis gibi takıldın peşime.’ diye bağırdı.
Rıfat güneş gözlüğünü tekrar takarak, ciddi bir yüz ifadesiyle:
‘Güzelim bak olayı kişiselleştirme.’
Sibel:
‘Ulan salak bir saattir benim peşimdesin! Hem bu külüstürle beni nasıl takip edebildin, asıl ona şaşırdım.’
Rıfat gülümseyerek:
‘Aşkın gücü diyelim istersen.’
Sibel de Rıfat’a doğru bakarak sinirden gülümser.
Rıfat gülerek:
‘Bak,zamanla beni seveceğini biliyordum.
Tam bu anda biri Rıfat’a solundan yüksek sesle seslenir.
‘Heey ibiş!Arkana yaslanda conconu iyice göreyim.’
Rıfat soluna bakar. Son model kırmızı bir Ferrari’nin içinde şık spor giyimli, yirmi dokuz-otuz yaşlarında, yakışıklı bir genç oturuyordu. Genç adam hikâyemizin ilerleyen bölümlerinde de karşımıza çıkacaktır ve ismi Mahmut’tur. Mahmut karizmatik bir güneş gözlüğü takıyordu. Araçların içindeki üç kişide aynı hizadaydı. Ferrarideki genç adam öne doğru eğilerek Sibel’e bakmaya devam etti. Mahmut gülümseyerek:
‘Heey prenses! Boşsan benimle tanışabilirsin.’
Sibel de gülümseyerek:
‘Neden olmasın prensim.’
Rıfat şaşkın ve endişeli bir şekilde Sibel’e:
‘Güzelim bak, bilirim böyle tipleri. Kağıt mendil gibi kullanıp atacak seni Sibel son derece kızgın bir şekilde:
‘Sanane be mal!’
Tam bu anda yeşil ışık yandı.Ferrari ve Reno Megan son sürat uzaklaştılar. Rıfat şaşkın vaziyette bir an arkalarından bakakaldı. Öfkeyle:
‘Nerden çıktı ulan bu yavşak! Kız tamda hoşlanmaya başlamıştı benden.
Arkadan korna sesleri gelmektedir.
Rıfat başını arkaya çevirerek:
‘Tamam ulan patladınız mı?’
Rıfat otomobilini hareket ettirirken arkasındaki otolardan biri yanından geçti. Otonun içinde iki adam vardı.
Otomobildeki adamlardan biri öfke ile elini kaldırarak:
‘Piknik mi yapıyorsun mal!?’
Rıfat öfkeyle başını sağa sola salladı.
*****
Aynı gün öğlene doğru Nermin Hanım ve Hasan Bey oturdukları apartmanın önünde otomobillerinin yanında bekliyorlardı. Son derece heyecanlı oldukları her hallerinden belliydi. Rıfat hızlı hızlı yürüyerek yanlarına geldi. Hasan Bey yüksek sesle:
‘Rıfat nerede kaldın oğlum? Geç kalacağız.Uğur’u bekletmeyelim.
Rıfat:
‘Arabam bozuldu Hasan abi. Bu gün motorunu fazla zorladım herhalde.’
Hasan Bey eliyle çabuk işareti yaparak:
‘Hadi, hadi! Çabuk binin.’
Tam bu sırada hemen orada dükkanı olan Kasap Mehmet elinde satırla Hasan Bey’in yanına geldi.
Kasap Mehmet:
‘Uğur mu geliyor Hasan bey?’
Hasan Bey:
‘Evet Mehmet.Şimdi havaalanına almaya gidiyoruz.’
Kasap Mehmet:
‘Gözünüz aydın.’
Hasan Bey:
‘Sağol, sağol. Kusura bakma acalemiz var.’
Arabanın yanına geldiler. Hasan Bey Nermin Hanım’a kapıyı açtı. Kendisi de direksiyonun başına geçer, kapıyı kapattı. Rıfat ototmobilin arkasına bindi. Otomobil hareket etti. Kasap Mehmet elinde satırla arabanın arkasından bakarken:
‘Yandık!’
*****
On yedi-on sekiz yaşlarında bir genç koşarak telaşla uğur’un eski oturduğu mahalledeki kahvehanelerden birine girdi. Genç, kahvehaneciye:
‘Baba! Baba! Uğur abi bu gün Amerikadan geliyormuş!
Kahvehaneci 50-55 yaşlarında kır saçlı bir adamdı. Kahvehanedeki herkes önce gelen gence, sonra birbirlerine şaşkınlık ve merakla baktılar. Kahvehaneci bir anlık şaşkınlıktan sonra:
‘Ne? Doğrumu lan bu?’
Genç:
‘Evet baba kasap Mehmet abi duymuş.’
Kahvehanede bir uğultu olur. Herkes biri birine bakıp aynı soruyu sorar:
‘Ne? Uğur mu geliyor? Uğur mu?
Kahvehaneci telaş içinde tezgahın altından 4-5 adet çerçevelenmiş büyük boy Arapça sureyi çıkardı. Bir yandan da çırağına ve oğluna seslendi:
‘Gel şunları duvara as. Oğlum sende çekmeceden cevşanları çıkar dağıt abilerine.’
*****
Bu sırada aynı mahalledeki evlerden birinde mevlüt okunmaktaydı. İçeride yaklaşık 30 kadın ve kız vardı. 12-13 yaşlarında küçük bir kız çocuğu içeri girdi ve kapının önünde durdu. Küçük kız:
‘Anne!Anne!’
Kızın bağırmasıyla mevlüt okuyan kadının sesi kesildi. Herkes küçük kıza baktı.
Ev Sahibesi olan küçük kızın annesi çok sert bir şekilde kızına bakarak:
‘Ne oldu kızım?’
Küçük kız:
‘Uğur abi Amerika’dan geliyormuş.’
Bütün kadınlar bir anda panik halinde ayaklandılar:
‘Aman Allah’ım!’
‘Uğur mu geliyor?!’
‘Yine geldi musibet!’
Ev sahibesi kadınları sakinleştirmeye çalıştı:
‘Durun canım yanlış duymuştur belki.’
Kapıda duran kızının yanına gitti. Küçük kızın iki omzundan tuttu ve küçük kızın gözlerinin içine bakarak:
‘Emin misin kızım?’
Küçük kız:
‘Evet anne. Hemde bu akşam geliyormuş.’
‘Hemen gidip hazırlığımızı yapalım.’
Bütün kadınlar uğultuyla kapıya yığıldılar. Ev sahibesi küçük kızıyla kapının yanında kalakaldı. Küçük kızın arkasında, elleri kızının omzuna koymuş vaziyette şaşkın ve üzgün kapıdan çıkan kadınlara baktı..
Kadınlardan 70-75 yaşlarında bir kadın çıkarken ev sahibesinin yanına yaklaşarak:
‘Semra kızım, sende fazla nazar boncuğu var mıydı?’
*****
Ayını gün akşam üzeri mahalledeki kilisenin ihtiyar papazı ayakta, elindeki çubukla hizalama yaparak karşıya doğru bakıyordu.12-13 yaşlarında küçük bir erkek çocuğu papazın arkasından koşarak yanına yaklaşırak:
‘ Papaz amca!Papaz amca!’
Papaz çocuğa bakmadan işine devam ederek:
‘Biliyorum oğlum, biliyorum. Uğur abin geliyor.
Papaz çubuğu tuttuğu sağ elini havaya kaldırıp baktığı yöne doğru bağırarak:
‘Olmadı çocuklar. Biraz sağa doğru’.
Seslendiği yönde 3-4 işçi 2 katlı,çatılı kilisenin duvarına 2-3 metre boyunda haç asmaktadır.
Papaz yüksek sesle:
‘Tamam evlatlarım. Şimdi oldu.’
Sonra çubuğu sol eline aldı ve. hızlı hızlı yürüyüp istavroz çıkararak alçak sesle:
‘Tanrım sen bizi koru.’
*****
Uğur aynaya bakarak yüzüne traş kolonyası sürdü.Yeni sakal traşı olmuştu. Gravatını düzeltti ve banyodan çıktı. Antrede askıda duran ceketini aldı ve oturma odasına doğru yürürken onu giydi. Anne ve babası oturma odasında kahvaltı yapıyorlardı. Annesi babasının bardağına çay dolduruyordu. Sonra kapıda onlara bakan Uğur’a baktı. Nermin Hanım:
‘Gelip bişeyler yesene oğlum.Hemen çıkıyor musun?’
Uğur:
‘Ben bir şeyler atıştırdım anne. Size afiyet olsun. İçeriden çantamı alıp çıkacağım.
Hasan Bey:
‘Bırak hanım çocuk heyecanlı tabii. Daha geleli bir gün olmadan iş görüşmesine çağırdılar. Hemde Türkiye’nin en büyük bankalarından birinden. Aslan oğlum benim! Bak şeytanın bacağını kırdın sonunda.
Uğur:
‘İki hafta önceden Amerika’dan CV’mi göndermiştim baba. Artık işimi sağlama almayı öğrendim. Dur bakalım, hem iş olacak mı? Bende bu şans varken…
Hasan Bey:
‘Olacak oğlum olacak. Allah seni imtihan etti şimdiye kadar. İnan bana bundan sonra her şey senin için çok güzel olacak.
‘İnşallah baba inşallah.’
Uğur yatak odasına doğru yürüdü ve odaya girdi. Yerde duran çantasını aldı ve yatağın üzerine koydu. Çantayı açtı. Çantanın içi boştu. Komidinin üzerindeki ince bir tomar gazeteyi alıp çantaya sokuşturdu. Tam bu sırada annesi geldi. Nermin Hanım:
‘Oğlum, istediğin gazeteleri oraya koydum.’
Uğur’un annesi bir an duraklayarak.
‘İyi de o boş çantaya gazeteleri niye tıkıştırıyorsun oğlum?
Uğur:
‘Çanta iş görüşmesinde resmi gösterir anne. Boş çantayla da gitmek olmaz.
Nermin Hanım:
‘Oğlum Amerikada üçkağıtçılık mı öğrettiler size anlamadım. Neyse sen daha iyi bilirsin.’
Nermin Hanım gider.O giderken Uğur çantanın içine bakarak:
‘Biraz boşluk kaldı.
Tekrar kapıya baktı. Kimsenin olmadığını görünce yatağının altından 2-3 tane erkek dergisi çıkardı. En üstteki derginin kapağında bikinili güzel bir bayan model fotoğrafı vardı. Fotoğrafı öptü ve bir an fotoğrafa bakarak.
‘Hadi güzelim bana şans getir.
Dergileri çantadaki boşluğa yerleştirdi ve odadan çıktı. Koridordan geçerek daire kapısına doğru gitti. Annesi ve babası kapının önünde onu bekliyorlardı. Elindeki çantayı yere bıraktı.Anne ve babasıyla kucaklaştı.
Hasan Bey:
‘Bahtın açık olsun oğlum.’
Uğur kapıyı açtı.
Nermin Hanım:
‘Sonucu bize hemen haber ver oğlum.’
Uğur:
‘Tamam anne Allahaısmarladık.’
Hasan Bey ve Nermin Hanım Uğur’un arkasından bakıyorlardı.
Nermin Hanım:
‘Güle oğlum.Güle güle.’
Uğur merdivenlerden inerek oturdukları binadan çıktı. Arabası binanın önündeydi. Arabasına doğru yürüdü. Arabasının yanına geldiğinde şaşkınlıkla bakakaldı. Arabasının hem önünde hem arkasında birer gelin arabası vardı. Arabasını iki aracın arasından çıkarması imkansızdı.
Uğur:
‘Şakamı lan bu?’
Arkasına dönüp etrafa bakmaya başladı. Bu sırada binanın altındaki kasap dükkanının kapısında sol elinde satırla bekleyen eski komşuları Kasap Mehmet’i gördü. Kasap Mehmet’te ona bakıyordu. Kasap Mehmet Uğur’un yanına geldi ve elini Uğur’a uzatarak:
‘Hoş geldin Uğur.’
Uğur Kasap Mehmet’in elini sıktı.Uğur:
‘Hoş bulduk Mehmet abi. Ya acelem varda, iş görüşmesine gideceğim. (Arabasının önündeki gelin arabasını göstererek) Şu araba kimin abi?’
Kasap Mehmet:
‘O mu? Şu yan apartmandaki Ahmet Beylerin arabası. Oğlu dün evlendi.’
Uğur:
‘Peki bu kimin abi?’
Kasap Mehmet:
‘O da bizim. Bizim de dün düğünümüz vardı. Dün Ali’yi evlendirdik.’
Uğur:
‘Vay bacaksız! Evlendi ha! Aşkolsun, niye haber vermedin abi?’
Kasap Mehmet:
‘Daha yeni geldin, yol yorgunusundur diye düşündük.’
Uğur:
‘Neyse, hayırlı olsun abi.’
Kasap Mehmet:
‘Sağol.’
Uğur:
‘Ee abi,ne yapacağım ben şimdi?’
Kasap Mehmet:
‘Valla anahtarlarda Ali’de kaldı.’
Uğur:
‘Zile basıp söylememiz mümkün mü abi?’
Kasap Mehmet:
‘Oğlum daha saat erken. Biliyorsun en mutlu günleri.’
Uğur:
‘Neyse abi. Ben otobüslede giderim. Hayırlı olsun tekrar.’
Kasap Mehmet:
‘Sağol. Darısı başına.’
Uğur arkasını dönüp yürümeye başladı. Kasap Mehmet bir an Uğur’un arkasından baktı. Sonra oda dönüp dükkanına doğru yürürken:
‘Uğursuz! Sana haber verelim de düğünümüz mahvolsun.’
Uğur ana yürüyerek ana caddeye geldi. Sağına soluna bakarken otobüs durağını gördü. Durağa doğru yürürken cadde kenarında karşıya geçmek için bekleyen görme özürlü birini gördü. Adam kırk beş-elli yaşlarında, şık takım elbiseli, gravatlı ve güneş gözlüklü biriydi. Elinde yürürken kullandığı bastonu, başında da şapkası vardı. Uğur adamın yanına yaklaşıp kolundan hafifçe tutarak yumuşak bir ses tonuyla:
‘Merhaba abi. Yardım edeyim istersen.’
Görme özürlü adam aniden kolunu çekerek:
‘Çek lan elini.’
Uğur şaşırarak:
‘Abi yardım edecektim. Karşıya geçmeyecek misin?’
Görme özürlü adam:
‘Defol ulan! Ne bileyim yardım edeceğini! Hırlı mısın, hırsız mısın, ibne misin? Yapıştın hemen koluma’
Uğur
‘Abi valla bak…’
Adam elindeki bastonla sertçe Uğur’un sağ baldırına vurdu. Uğur bacağını tuttu.Yüzü acıdan buruştu.
‘Ne ısrarcı çıktın sen be! Organ mafyasından mısın yoksa lan sen?’
Görme özürlü adam bastonuyla Uğur’un başına vurmaya çalıştı. Uğur iki eliyle tuttuğu çantasını kalkan yaparak başına bastonu yemekten son anda kurtuldu. Bir iki adım geri çekilerek:
‘Tamam be abi. Seninle uğraşılmaz.’
Görme özürlü adam:
‘Hah anladın sonunda! Her kuşun eti yenmez şerefsiz!’
Uğur ‘’Ya sabır’’ der gibi başını sağa sola salladı. Adamı bırakarak hızlı adımlarla otobüs durağına doğru yürüdü. Görme özürlü adam:
‘Yok be! Yaşanmaz ulan bu memlekette!
Uğur otobüs durağında kısa bir süre bekledikten sonra birkaç kişiyle birlikte gelen otobüse bindi.
*****
Otobüsün içi çok kalabalıktı. Uğur arka kapıya yakındı. Elinde çantasıyla arka kapıya doğru yürümeye çalışarak:
‘Müsaade eder misiniz? Müsaade edin lütfen.’
İnmek için zar zor birkaç kişinin arasından sıyrılarak arka kapıya geldi. Arka kapının önü de kalabalıktı. Uğur’un kapıyla arasında 4-5 yolcu daha vardı. Uğur önündeki adamlardan birine:
‘İnecek misiniz? Şöyle yer değiştirelim’
Uğur önündeki bir kişiyle daha yer değiştirdi. Otobüs yavaşça durdu ve kapılar açıldı. Uğurla kapı arasında hala iki kişi vardı. Uğur:
‘Kardeşim çekilsenize kapının önünden’
Kapının önündeki adamlardan biri:
‘Yaa,geç işte be kardeşim.’
Uğur adamın bıraktığı boşluktan geçip kapıdan inmeye çalıştı. Son bir hamleyle gövdesini öne attı. Bu sırada ayaklarını dar boşluktan geçiremedi. Tam düşecekken zorlukla içeriden kapıya tutundu. Belden yukarısı öne doğru kapıdan dışarı sarkıyordu. Bu arada çanta tuttuğu sağ kolu da dışarıdaydı.Tam bu anda kapı kapandı. Uğur’un başı,sol omzundan sağ karın boşluğuna kadar göğsü ve elindeki çantayla birlikte sağ kolu dışarıda, vücudunun diğer kısımları içeride kalmıştı. Çanta tuttuğu eliyle dışarıdan otobüse vurup bağırarak:
‘Kaptan!Açsana kapıyı! Sıkıştıım!’
Otobüs hareket etmeye başladı. Uğur’u bu halde gören kaldırımdaki insanlar gülüşüyorlardı.
Uğur otobüsün içindeki yolculara bakıp işaret parmağıyla otobüsün ön tarafını gösterirken:
‘Şoföre söyleyin açsın kapıyı!’
Otobüs durur. Uğur otobüsün ön tarafına bakarak:
‘Hah! Nihayet!’
3-4 saniye geçer,kapı açılmaz. Uğur bütün gücüyle bağırarak:
‘Açsana ulan hıyar!’
Kapı yine açılmadı. Uğur’un başı bir an umutsuzca öne düştü. Bir iki saniye sonra başını kaldırdı. Kaldırımda kendisine tuhaf tuhaf bakan 20-25 yaşlarında bir genç gördü. Uğur yalvararak ‘Kardeşim Allah aşkına şu şerefsize söyle de açsın kapıyı.’
Genç adam birdenbire Uğur’a doğru hamle yaparak Uğur’un elindeki çantaya asıldı. Uğurda çantayı bütün gücüyle sımsıkı tutarak bırakmadı.
‘Bıraksana adi herif!’
Bu çekiştirme 5-6 saniye devam etti. Uğur kapkaççı gence öfke ile bakarak:
‘Kardeşim gençsin gidip çalışsana!
Çekiştirme devam ederken otobüsün ön tarafına doğru bakarak)
‘Kapıyı açsana şerefsiiiz!’
Tam bu anda kapı açıldı. Çekiştirmenin şiddetiyle Kapkaççı sırtüstü yere düştü. Uğur da aynı anda
Kapkaççı’nın üstüne düştü. Uğur hızla ayağa kalkmasına rağmen Kapkaççı da aynı çeviklikle ayağa kalktı. Kapkaççı dönüp kaçmaya çalıştı. Uğur elindeki çantayla kapkaççı’nın başına vurmaya çalışsa da
kapkaççı kaçmayı başardı. Uğur genç adamın arkasından öfke ile bakarak:
‘Şerefsiz!’
Uğur çantasını yere koydu. Ceketinin kollarına ve pantolonuna baktı. Üstünü başını düzeltti. Yerdeki çantasını aldı ve geri döndü. Döner dönmez karşısında indiği otobüsün şoförünü buldu. Şoför kırk-kırk beş yaşlarında, 1.55-1.60 boylarında,resmi kıyafetli bir adamdı. Uğur’a çok sert bakıyordu. Sağ elinde levye vardı. Sol eliyle kulağındaki kulaklıkları çıkardı ve sağ elindeki levyeyi Uğur’un göğsüne 2-3 defa hafifçe dokundurarak bitirim ağzıyla:
‘Birader,az önce sen bana kötü bir şey mi dedin?
Uğur:
‘Yok şoför bey. Canım yanmıştı biraz. Ne dediğimi biliyor muyum ben?’
Otobüs Şoförü:
‘Bak koçum, sen iyi birine benziyorsun akıllı ol!’ (Sol eliyle Uğur’un yanağına hafifçe vurarak) Neyse geçmiş olsun.’
Otobüs şoförü arkasını dönüp otobüsün ön kapısına doğru yürümeye başladı. Uğur şoförün arkasından bakakaldı. Şoförün yürüyüşü kısa boyuna rağmen çok havalıydı. Şoför yürürken bir eliyle kulaklıkları tekrar kulağına taktı.
*****
Uğur iş görüşmesi yapacağı bankanın genel merkez binasının 2-3 metre önünde ayakta durmaktaydı. Binaya alttan yukarı doğru baktı. Çantasını sağ ayağının yanına yere koydu. Gravatını düzeltti. Kendi kendine:
‘Hadi oğlum, içeri girince her şey çok güzel olacak.’
Çantasını aldı ve binaya girdi.
*****
Asansörün kapısına sert bir şekilde vuruluyordu Uğur asansörün içinde, sırtı asansörün duvarına dayalı, bacakları yere uzanmış vaziyette oturuyordu. Alnı boncuk boncuk terliydi. Ceketi yere uzattığı bacaklarının üzerindeydi. Zor nefes alıyordu. Gravatı iyice gevşemiş durumdaydı. Gömleğinin üstten 2-3 düğmesi açıktı. Gözleri yarı kapalıydı ve kendinden geçmek üzereydi. Asansörün kapısına vurulmaya devam ediliyordu
Kalın sesli bir adam yüksek sesle:
‘Dayanın beyefendi,az kaldı’.
Bir kadın:
‘Kimbilir ne kadar kaldı içeride adamcağız? Sesi de kesildi.’
Başka bir kadın
‘Öldü mü yoksa?’
Uğur’un gözleri kapanır.
Kalın sesli adam:
Ne sağlam kapıymış be!
Kulakları tırmalayan metalik bir kanırtma sesi duyuldu. Peşinden şiddetli bir darbe sesi…
Büyük bir gürültüyle asansörün kapısı açıldı.
Elinde bir balyoz olan kalın sesli adam:
‘Hah oldu!’
Uğur baygındı. Asansörün önünde 5-6 kişilik küçük bir kalabalık vardır. Gömlekli, gravatsız biri geldi ve bileğinden Uğur’un nabzını kontrol etti. Gömlekli adam:
‘Sadece bayılmış. Hadi yardım edin arkadaşlar’.
İki genç adam Uğur’u kaldırarak asansör kapısının hemen dışında yerde duran sedyeye koydular.
*****
Uğur küçük bir bekleme salonunda bekliyordu. Bu kısım ayrı bir kapalı bölüm değildi. Bu kısımda altı tane geniş ve rahat koltuk ve ortada geniş bir sehpa vardı. Sehpanın üzerinde ekonomi dergileri vardı.
Uğurla birlikte bekleyen genç bir adam daha vardı. Genç adam İngilizce bir ekonomi dergisi okuyordu. Hemen yan tarafta Personel Müdürü’nün sekreterinin bulunduğu küçük bir bölüm vardı. Uğur çantasında küçük bir kolonya şişesi çıkardı ve avucuna biraz kolonya döktü. Ellerini güzelce ovuşturdu ve .kolonyalı ellerini derin bir nefesle kokladı. Sonra ellerini yanaklarına ve boynuna sürdü. Bu sırada sekreter bayan yanına gelmişti. Sekreter:
‘Uğur Bey, Personel Müdürümüz Nejat Bey sizi bekliyorlar. Kendinize geldiyseniz buyurun lütfen.’
Uğur çantasını alıp ayağa kalkarak:
‘Teşekkürler,ben iyiyim, gidebiliriz.’
Uğur sekreter bayanın arkasından yürüdü.
Personel Müdürünün odasının önüne geldiler. Sekreter odanın kapısını hafifçe tıklattı. Sol eliyle yavaşça kapıyı açar. Sekreter sağ eliyle içeriyi işaret ederek:
‘Buyurun Uğur Bey.’
Uğur:
‘Teşekkürler.’
Uğur aralanan kapıdan içeri girdi. Uğur odadan içeri girdiğinde Personel Müdürü kapıya yaklaşık bir metre uzaklıkta, kapıya dönük durumda ayakta durmaktaydı. Elli-elli beş yaşlarında babacan bir adamdı. Sol elindeki kağıda bakıyordu. Hemen başını kaldırdı ve içtenlikle gülümseyerek Uğur’a sağ elini uzattı. El sıkışırlarken Personel Müdürü gayet içtenlikle:
‘Hoş geldin evlat. (Uğur’a masanın karşısındaki rahat koltuğu göstererek) Şöyle geç lütfen.’
‘Teşekkürler efendim.’
Uğur koltuğa oturdu. Personel Müdürü masasına doğru yürüdü ve elindeki kağıtları masasını üzerine bıraktı. Sonra masasının yanından geçerek koltuğuna oturdu. Ellerini masanın üzerine koydu.
Personel Müdürü:
‘Asansörde talihsiz bir olay yaşamışsın. Geçmiş olsun.’
Uğur:
‘Önemli değil efendim. Ben alışığım.’
Personel Müdürü şaşkın ve ciddi bir ifadeyle:
‘Anlamadım?’
‘Şeyy…Maalesef,şanssızlık’
Personel Müdürü:
‘Neyse,tekrar geçmiş olsun. Bir şey içer misin?’
Uğur:
Bir çay alabilirim efendim.
Personel Müdürü önündeki bir düğmeye basarak yüksek sesle.
‘Sadık,evladım buraya iki çay getir.’
Personel Müdürü masasının üstündeki 2 kağıttan birini aldı ve kısa bir süre ona baktı. Sonra tekrar Uğur’a bakarak:
‘Boğaziçi mezunusun demek?’
Uğur:
Evet efendim.
Personel Müdürü:
‘Hımm.Hem de çap yapmışın orada. Ekonomi ve İşletme bölümünü dört yılda bitirmişsin.’
Uğur gururlu bir ifade ile:
‘Evet efendim.Pek zorlanmadım açıkçası.’
Personel Müdürü tekrar önündeki kağıtlara bakarak:
Personel Müdürü:
‘Bu da yetmemiş Harward Üniversitesinde burslu olarak tekrar ekonomi okumuşsun. Doktora da şapmışsın üstelik.’
Tam bu sırada odanın kapısı hafifçe vuruldu. Kapı açıldı ve elinde çay tepsisiyle yirmi iki-yirmi üç yaşlarında gömlekli ve gravatlı bir çaycı yaşlarında göründü.
Personel Müdürü çaycıya gülümseyerek:
‘Gel Sadık,gel.’
Çaycı usulca içeri girdi. Önce Uğur’un önündeki küçük sehpaya, sonra Personel Müdürünün masasına çayları bıraktı. Sonra kapıya doğru yürüdü. Kapı kolundan tutup Personel Müdürüne bakarak:
‘Başka bir isteğiniz varmı efendim?’
Personel Müdürü:
‘Yok canım. Teşekkürler.’
Personel Müdürü şekerleri bardağa atarak çayını karıştırdı ve çayından bir yudum aldı. Uğur da çayından bir yudum aldı. Persone l Müdürü Uğur’a gözlerini kısarak tuhaf bir şekilde bakarak:
‘Boğaziçini bitirmek yeterli gelmedi mi sana? Eğitim için neden Amerika’ya gittin?’
Uğur:
‘Şey efendim... Boğaziçinden 2001 yılında mezun olmuştum. Biliyorsunuz tam kriz zamanıydı. Türkiyede bankaların ve şirketlerin ekonominin durumu çok kötüydü malumunuz. Harward’dan burs olayı da çıkınca karar vermek benim için zor olmadı.’
Personel Müdürü:
‘Doktoran bittikten sonra Amerikan vatandaşlığı alıp bir bankada iki yıl kadar orta seviye yöneticilik yapmışsın.(Gülümseyerek) Niçin bu kadar kısa sürede işinden ayrıldın? Sıkıldın mı yoksa?’
Uğur:
‘Yok, hayır efendim. Çalıştığım banka iflas etti. Malum Amerikada başlayan,şu an yaşadığımız kriz sebebiyle.’
Uğur çayından bir yudum aldı. Personel Müdürü gözlüğünü çıkarıp masanın üzerine koydu ve o da çayından bir yudum aldı.
Personel Müdürü:
‘Ah evet! Ülkemizi bile mahvetti bu kriz.(Gülerek)Ah o George Bush yok mu… Dünyayı bile batırdı uğursuz herif.(Çayından bir yudum alıp kağıtlara bakarak)Yedi tane yabancı dilmi biliyorsun?’
Uğur:
‘Evet efendim. İngilizce, Almanca ve Rusçayı anadilim gibi konuşabilirim.Diğerlerinde de oldukça iyiyim.’
Personel Müdürü tekrar gözlüğünü taktı ve geriye yaslandı. Elindeki iki kağıda 2-3 saniye bakıp tekrar masanın üzerine bıraktı.
Personel Müdürü:
‘Hımm.Herşey mükemmel görünüyor.Yalnız çok ciddi bir sorun var evlat.’
Uğur oldukça meraklı ve şaşkın bir şekilde:
‘Nedir efendim?’
Personel müdürü masasına doğru eğilip, dirseklerini masaya koyup çenesini ellerine yasladı. Yine gözlerini kısıp Uğur’a bakarak gayet ciddi bir ifadeyle:
‘Sen biraz fazla okumuşsun!’
Uğur oldukça şaşırarak:
‘Anlamadım?! Nasıl yani efendim?’
Personel Müdürü gözlüğünü çıkarıp masaya koydu ve tekrar koltuğuna yaslandı. Ellerini göbeğinde birleştirerek oldukça üzgün ve ciddi bir şekilde:
‘Bak evlat,ben açık konuşmayı severim. Bizim genel müdür şerefsizin tekidir. Şimdi seni işe alsam,hak ettiğin bir pozisyon versem, inan adam seni kıskanır. Eğitimin ve kariyerin ondan çok daha iyi. Seni işe alıp seviyene uymayan bir pozisyonda da çalıştıramam. Bu defa vicdanım sızlar. (Ciddi bir şekilde başını sağa sola sallayarak) Maalesef evlat, seni işe alamam.’
Uğur şaşkınlık ve üzüntüyle bir an Personel Müdürü’ne baktı. Elindeki çay bardağını sehpanın üzerindeki çay tabağına koydu. Sessiz ve yavaşça ayağa kalktı. Sol eliyle yerdeki çantasını aldı. Personel Müdürü’ne doğru yürüdü. Personel Müdürü de yavaşça ayağa kalktı.
Uğur Personel Müdürüne elini uzatırken:
‘Sağlık olsun efendim.Vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederim.’
Personel Müdürü el sıkışırlarken:
‘Gerçekten üzgünüm evlat.’
Uğur:
Önemli değil efendim.
Uğur arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü. Sağ eliyle kapı kolunu tuttu.
Personel Müdürü yüksek sesle:
‘Evlat’
Uğur dönüp ona baktı.
Personel Müdürü:
‘Sen iyi birine benziyosun. Bahtın açık olsun.’
Uğur:
‘Sağolun efendim.’
Tekrar kapıya döner.Kapıyı açarken alçak sesle:
‘Sağolun.’
Uğur odadan çıkarak elinde çantasıyla sinirli bir şekilde hızlı adımlarla yürümeye başladı. Suratı oldukça asıktı. Kendi kendine alçak sesle:
‘Adi herif! Genel müdür şerefsizmiş! Şerefsizlik bende desene şuna!’
Önündeki köşeden dönerken yerleri paspaslayarak gelen birine çarptı. Bu kişi biraz önce onlara çay getiren kişiydi. Uğur:
‘Pardon. Görmedim.’
Adam Uğur’a bakar.Uğur da genç adama bir an dikkatlice bakarak:
‘Siz az önceki çaycı değil misiniz?’
‘Evet benim.’
Uğur bir an genç adamın elindeki paspasa ve yanındaki küçük kovaya şaşkınlıkla bakar.
Çaycı:
‘Şeyy.Burada bu tip işleri de boş zamanımda ben yaparım.’
Uğur genç adama bir an acıyarak baktı. Elini genç adamın omzuna koydu.
Uğur:
‘Ya kardeşim. Bak sen akıllı birine benziyorsun. Zamanında okumamışsın, böyle ağır işlerde
eziliyosun.’
Çaycı:
‘Yok abi. Ben üniversite mezunuyum.’
Uğur şaşırarak:
‘Üniversite mi?!’
Çaycı:
‘Evet abi. Bilkent Ekonomi mezunuyum ben.
Uğur:
‘Peki bu halin ne?’
Çaycı:
‘Bankanın politikası abi. Genel müdürümüz benim gibi iyi eğitimli gençleri böyle işlerde deniyor bir mühlet.
Uğur gülümseyerek:
‘Allah Allah! Sabrınızı ölçüyor herhalde.’
Çaycı:
‘Evet abi. Bende öyle tahmin ediyorum. Gerçi genel müdürümüz bana söylemedi ama benim hakkımda güzel planları varmış. Sağlam bir yerden duydum. (Eliyle az ileride fotokopi çeken bir genci göstererek) Bak abi şu gördüğün de okuldan aynı bölümden arkadaşım.’
Uğur çaycının işaret ettiği fotokopi çeken gence baktı. Gencin bulunduğu yerde 25- 30 kişi alçak bölmelerle ayrılmış masalarında çalışmaktaydı. Genç adam onlara bakıp gülümseyerek elini hafifçe kaldırdı. (Gencin her iki yanındaki masaların üzerinde yarımşar metre yüksekliğinde kağıt yığını vardı.)
Sonra işine devam etti.
Çaycı gülerek:
‘Oda fotokopi işlerine bakar abi .Onun da geleceği çok parlak.’
Tam bu anda bulundukları yerin karşısındaki odadan yirmi beş-yirmi altı yaşlarında biri çıktı.
Çıktığı odanın kapısının hemen yanında yerde iki üç koli vardı. Öfkeyle ve yüksek sesle:
‘Sadıık! Neredesin sen?! Kaç kere söylüycem sana şu kolileri kargoya ver diye.’
Çaycı:
‘Tamam efendim.Şunları bırakıp geliyorum.’
Genç adam sinirli bir şekilde içeri girer.
Uğur:
‘Peki bu herif kim?’
Çaycı:
‘Omu?Genel müdürün yeğeni.Bu bölümün müdürü.Ama inan bana daha fazla yükselemez abi. Adam salağın teki. Duyduğuma göre okulu bile zor bitirmiş.Neyse izninle ben işime bakayım abi. İnşallah senin işte olur.
Uğur:
‘Allah yardımcın olsun kardeşim.’
Çaycı elinde paspas ve kovayla hızla uzaklaştı. Uğur şaşkınlıkla çaycının arkasından bakakaldı.
*****
Uğur banka genel merkez binasında çıkıp sağ elinde çantası olduğu halde cadde kaldırımında yürümeye başladı. Çok gitmemişti ki birkaç metre ilerisinde altı yedi yaşlarında küçük bir kız çocuğunun kaldırımın kenarında oturduğunu gördü. Küçük kız elleriyle yüzünü kapatmış şekilde ağlıyordu. Uğur kıza ilgili bir şekilde bakarak yaklaştı. Küçük kızın yanına çöküp sağ elini küçük kızın omzuna koyarak:
Uğur:
‘Ne oldu canım, niye ağlıyorsun?’
Küçük kız yaşlı gözlerle Uğur’a bakarak:
‘Annemi kaybettim amca’.
Uğur:
‘Üzülme, hadi kalk buluruz anneni. Nerede kaybettin anneni?’
Küçük kız ayağa kalkar.
Küçük kız eliyle ileriyi işaret ederek:
‘Şu ilerdeki alışveriş merkezinde.’
Uğur:
‘Kalk hadi ağlama. Bulamazsak polis amcalarına gideriz. Onlar anneni bulur.’
Uğur cebinden bir kağıt mendil çıkarıp küçük kıza verirken:
‘Al şunu. Sil gözlerini.’
Küçük kız gözlerini sildi. Ama hala hafifçe ağlamaktaydı. Uğur küçük kızın elinden tuttu.
Uğur:
‘Hadi gel’
Yürümeye başladılar. Elma şekeri satan bir seyyar satıcıya yaklaştılar.
Küçük kız hafifçe ağlayarak:
Amca bana şeker alırmısın?
Uğur:
‘Tabiî ki alırım canım. Yeter ki sen ağlama.’
Satıcının yanına geldiler.
Uğur gülümseyerek:
‘Kolay gelsin. Hala elma şekeri satılıyor demek.’
Satıcı:
‘Sağol abi. Ne yapalım ekmek davası işte.’
Uğur:
‘Bir tane verir misin?’
Satıcı arabadan bir şeker alıp Uğur’a uzatırken:
‘Buyur abi.’
Uğur şekeri satıcıdan alıp küçük kıza verirken:
‘Hadi canım,ağlama artık! Korkma bana güven.’
Küçük kız elma şekerini alınca ağlaması birden kesildi. Mutlulukla şekeri yalamaya başladı.
Uğur:
‘Kolay gelsin.’
Satıcı:
‘Sağol abi.’
Uğur:
‘Hadi güzelim, çabuk gidelim.’
Uğur çantasını sol eline alıp sağ eliyle küçük kızın sol elinden tuttu. Tekrar yürümeye başladılar. Satıcı peşlerinden tuhaf tuhaf onlara baktı. Bu defa küçük kızın neşesi yerindeydi.
Küçük kız gülümseyerek::
‘Teşekkür ederim amca. Sen çok iyi birisin.’
Uğur da gülümseyerek:
‘Bir şey değil canım. Hadi biraz daha hızlı yürüyelim.’
Yürümeleri biraz hızlandı. Tam bu sırada caddeden geçen polis otosu göründü. Polis otosunun arka koltuğunda oturan otuz-otuz beş yaşlarında genç bir kadın otomobilin açık camından çıkardığı eliyle işaret ederek bağırmaya başladı:
‘İşte kızım orada komiser bey!’
İki polis otosu caddenin kenarında peş peşe durdu. Otoların içindeki polisler ve genç kadın hızla otolardan indiler. Küçük kızın annesi Uğurlara doğru seslenerek:
‘Gamzee!’
Uğur ve küçük kız sesin geldiği yöne doğru baktılar. Genç kadın hızla koşarak yere çöküp küçük kıza sarıldı. Küçük kız halâ elma şekerini tutmaktaydı. Küçük kızın annesinin hemen peşinden 6-7 polis geldi. Bir tanesi sivil ve pardesülüydü. Küçük kzın annesi Uğur’a öfke ile bakarak:
‘İşte kızımı bu sapık kaçırmış komiser bey! (Küçük kızın elinden aldığı elma şekerini göstererek)Bakın şekerle kandırmış kızımı!’
Uğur:
‘Ama efendim,biz de sizi arıyorduk.’
Genç kadın hışımla elindeki şekeri yere atıp ayağa kalktı. Çantasını Uğur’un başına doğru savurdu. Uğur sol eliyle başını korudu. Bir kadın polis genç kadını tutmaya çalıştı. Yavaş yavaş kalabalık toplanmaya başlamıştı.Küçük kızın annesi:
‘Adi yalancı! Pis sapık seni!’
Komiser Kemal:
‘Bi Dakka! Bi Dakka! Sakin ol be kadın! (Uğur’a dönerek) Delikanlı, ben ahlak masasından Komiser Kemal. Anlat bakalım, nasıl açıklayacaksın bu durumu?’
Uğur:
‘Açıklıycak bir şey yok komiser bey.Kız kaldırıma oturmuş ağlıyordu. Ben de annesine götürmek için aldım konuştum. Ağlamasın diye de elma şekeri aldım. (Küçük kıza) Sende bişeyler söylesene güzelim.’
Küçük kızın annesi kızın omuzlarından tutup ona bakarak:
‘Hadi kızım korkma.anlat her şeyi.’
Küçük kız korku ile ağlamaya başlayarak:
‘Valla ben istemedim anne. Şekeri kendisi aldı.’
Küçük kızın annesi Uğur’a öfke ile bakarak:
Vay şerefsiz sapık!
Uğur çantasını yere bırakarak.
‘Vallahi söylediklerim doğru komiser bey. Kız çok korktu herhalde.
Ondan anlatamıyor olanları.’
Komiser Kemal cevap vermedi. Sakince gözlerini kısarak çevredeki binalara baktı. Yerdeki elma şekerini alarak:
‘Bu ne delikanlı?’
Uğur şaşırarak:
‘Elma şekeri.’
Komiser elini havaya kaldırarak işaret parmağıyla önünde bulundukları binayı göstererek gayet ciddi bir şekilde:
‘Peki burası neresi?’
Uğur şaşkınlık ve merakla komiserin gösterdiği binaya bakarak:
‘İnşaat halinde bir gökdelen.
Komiser Kemal:
‘Bilemedin delikanlı. Burası bir kaba inşaat. Maalesef bütün deliller aleyhinde. Şahidin yoksa
işler kötü.’
Uğur’un yüzünü müthiş bir şaşkınlık ve endişe kapladı. Bu sırada şeker aldıkları satıcı çevrelerinde toplanan kalabalığı yararak yanlarına gelir. Satıcı heyecanla:
Ben her şeyi gördüm komiser bey!
Herkes satıcıya baktı. Uğur sevinçle satıcının koluna sarılarak:.
‘Kardeşim benim. Seni Allah gönderdi. Hadi anlat her şeyi.’
Satıcı öfke ile bakıp kolunu çekerek
‘Çek lan elini şerefsiz!’
Uğur:
‘Ama!?...’
Satıcı Komisere:
‘Her şeyi gördüm komiser bey. Küçük kıza ağlamaması için şeker aldı.İkide bir kıza canım, güzelim falan diyordu. İşim gereği tanırım böyle tipleri. (Parmağıyla Uğur’u işaret ederek) Kesin sapık bu herif!’
Tam bu sırada komiserin yanına kalın camlı gözlüklü bir polis geldi. Elinde Uğur’un sabah çantasına koyduğu erkek dergileri vardı.Gözlüklü polis:
‘Amirim bakın neler buldum!’
Komiser dergileri eline alıp bir iki saniye onlara baktı ve öfke ile Uğur’a bakarak:
‘Ulan şerefsiz! Kılığına bakanda adam sanır seni! (Polislere başıyla işaret ederek) Götürün adi herifi!
NOT: HİKAYENİN TAMAMI TAHMİNİ OLARAK 2017 YILININ İLK AYLARINDA AYNI İSİMLE ROMAN OLARAK YAYINLANACAKTIR. YAYINEVİ HENÜZ BELLİ DEĞİLDİR.
Gönderen: Murat Halıcı
Eklenme Tarihi: 14 Ocak 2017 Cumartesi
Okunma Sayısı: 6703
Oylama:
Etiketler: Uğur
Suz
|